Çocuğa Karşı Şiddet Nasıl Önlenebilir?

Çocuklara yönelik şiddet, sadece bireysel bir mağduriyet değil, aynı zamanda toplumsal yapının sağlığını tehdit eden çok boyutlu bir krizdir. Fiziksel şiddet çocukların beden bütünlüğünü zedelerken; duygusal şiddet, özgüven, benlik algısı ve güven duygusu gibi psikososyal temelleri sarsar. Cinsel şiddet ise çocukların ruhsal gelişiminde kalıcı yaralar bırakmakta, yaşam boyu süren travmatik etkiler yaratabilmektedir. Bu tür şiddet biçimleri yalnızca maruz kalan bireyleri değil, çevrelerindeki diğer çocukları, aile bireylerini ve nihayetinde toplumun tüm dokusunu etkileyen zincirleme sonuçlara yol açar. Çocuğun güvenli ve şiddetten arınmış bir çevrede büyüme hakkı, hem bireysel hakların hem de sosyal barışın temel taşıdır.


Toplumda yaygınlaşan çocuklara yönelik şiddet vakaları, nesiller arası travmaların aktarılmasına da zemin hazırlar. Şiddet gören çocuklar, yetişkinliklerinde benzer davranış kalıplarını yeniden üretme eğilimi gösterebilir; bu da şiddetin kuşaktan kuşağa aktarıldığı bir kısır döngü yaratır. Ayrıca, şiddetin yaygınlaştığı toplumlarda çocuklar devlete, hukuka ve yetişkinlere olan güvenlerini yitirir; bu durum hem toplumsal bütünleşmeyi zayıflatır hem de demokratik değerlere olan inancı erozyona uğratır. Bu nedenlerle çocuklara yönelik şiddetle mücadele, yalnızca bireysel hakların korunması açısından değil, aynı zamanda sağlıklı bir toplumsal gelecek inşa etme amacıyla da ele alınmalıdır.

1. Eğitim ve Farkındalık

Çocuğa karşı şiddetin önlenmesinde en etkili yol, insanlara farkındalık kazandırmak ve eğitim vermektedir. Toplumun her kesimi, çocuk hakları konusunda bilinçlendirilmelidir. Okullarda, aile içi ilişkilerde ve toplumda şiddetin zararları hakkında eğitim programları düzenlenmelidir.

Bu eğitimler yalnızca teorik bilgiyle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda empati ve etik değerleri içeren pedagojik yöntemlerle desteklenmelidir. Öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları ve ebeveynler için düzenlenen sertifikalı eğitimler, çocuklara yönelik olumlu iletişim ve disiplin modellerini yaygınlaştırabilir.

2. Aile İçi İletişim ve Destek

Aile içi iletişim çok önemlidir. Aileler, çocuklarına karşı şiddeti önlemek için açık ve sağlıklı bir iletişim kurmalıdır. Sorunlar açıkça konuşulmalı ve çözüm yolları aranmalıdır. Ayrıca, ailelere çocuk yetiştirme konusunda destek sağlayacak kaynaklar sunulmalıdır.

Bu noktada sosyal devlet anlayışı devreye girmeli; aile danışmanlık merkezleri, psikososyal destek birimleri ve ücretsiz ebeveynlik atölyeleri yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle sosyoekonomik zorluk yaşayan ailelere yönelik rehberlik hizmetleri, şiddet riskini azaltan koruyucu faktörler arasında yer alır.

3. Çocuk Haklarına Saygı

Çocukların haklarına saygı göstermek, çocuğa karşı şiddeti önlemenin temelidir. Her çocuğun eşit haklara sahip olduğunu kabul etmek ve bu hakları korumak önemlidir. Toplumun her üyesi, çocuk haklarına saygı göstermeli ve ihlal edilmesine karşı çıkmalıdır.

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin iç hukuka etkili biçimde entegre edilmesi, çocukların fiziksel, ruhsal, sosyal ve ahlaki gelişimlerinin güvence altına alınması açısından kritik bir öneme sahiptir. Söz konusu sözleşme, çocukların ayrımcılığa uğramadan yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarını tanımakta ve taraf devletlere bu hakları koruyacak somut düzenlemeler yapma yükümlülüğü getirmektedir. Ancak bu hakların yalnızca mevzuatta yer alması yeterli değildir; uygulanabilir ve denetlenebilir mekanizmalarla desteklenmeleri şarttır. Türkiye gibi taraf devletlerin sözleşmedeki normları doğrudan uygulayabilen yapılar kurması, çocuğa karşı şiddetin önlenmesinde hukuki bir zemin oluşturur.

Bu sözleşmenin iç hukukla bütünleşmesi, yalnızca Anayasa veya kanun düzeyinde yapılacak düzenlemelerle sınırlı olmamalı, idari uygulamalara, kolluk güçlerinin görev tanımlarına, yargı mensuplarının karar gerekçelerine ve eğitim politikalarına da yansıtılmalıdır. Özellikle kolluk birimlerinin ve savcılıkların çocuklara yönelik ihlalleri derhâl soruşturma yükümlülüğü, sözleşmeden doğan bir pozitif yükümlülüğün gereğidir. Mahkemeler, çocukla ilgili davalarda en üstün yarar ilkesini esas almalı, çocuğun sesini dinleyen ve onu karar süreçlerine dâhil eden bir yargılama süreci benimsemelidir. Bu anlamda iç hukukta çocuk dostu adalet sistemine ilişkin reformlar, sözleşmenin ruhunu yansıtmalıdır.

Çocuk haklarına dair normların yalnızca yasal metinlerde değil, kamusal söylemlerde ve toplumsal bilinçte de yer bulması gerekir. Bu noktada kamu spotları, televizyon ve dijital medya yoluyla yürütülen bilinçlendirme kampanyaları son derece işlevseldir. Çocukların haklarını, maruz kalabilecekleri tehlikeleri ve yardım alma yollarını basit ve anlaşılır biçimde anlatan kamu spotları, yalnızca yetişkinleri değil, çocukları da bilgilendirme işlevi görür. Bu kampanyaların geniş kitlelere ulaşması, çocuklara karşı şiddetin normalleşmesini engelleyecek toplumsal direnç mekanizmalarını güçlendirir.

Benzer şekilde, okul müfredatlarına çocuk haklarına ilişkin bilgilerin sistematik olarak entegre edilmesi, bireylerde erken yaşta hak bilinci geliştirilmesini sağlar. Vatandaşlık ve insan hakları derslerinde çocuk haklarına özel başlıklar ayrılması, çocukların yalnızca haklarını öğrenmelerini değil, aynı zamanda diğer bireylerin haklarına saygı duyan birer yurttaş olarak yetişmelerini teşvik eder. Kamu hizmeti reklamları ve eğitim içerikleri, çocuklara yönelik hak ihlallerinin yalnızca aile içi bir sorun olmadığını, tüm toplumun müdahale etmesi gereken bir durum olduğunu açık biçimde vurgulamalıdır.

4. İzleme ve Denetim

Çocukları korumak için, toplumun denetim mekanizmaları etkin bir şekilde çalışmalıdır. Şiddet vakalarını bildirmek ve yetkililere bildirilen vakaları izlemek önemlidir. Şiddeti önlemek için hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edilmelidir.

Bu kapsamda, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bünyesinde faaliyet gösteren Çocuk İzleme Merkezleri (ÇİM), çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve duygusal istismar vakalarının tek bir merkezde bütüncül biçimde ele alındığı, multidisipliner müdahale modellerinin uygulandığı kritik kurumlardır. Bu merkezlerde çocuk psikologları, sosyal hizmet uzmanları, hekimler ve adli personel birlikte çalışarak hem mağdur çocuğun travmatize edilmeden ifadesinin alınmasını sağlamakta hem de rehabilitasyon sürecini başlatmaktadır. Ancak bu merkezlerin sayısının ülke genelinde sınırlı olması, ulaşılabilirliğini azaltmakta; personel yetersizliği ve altyapı sorunları nedeniyle etkinlikleri de sınırlı kalmaktadır. Bu nedenle, ÇİM’lerin hem coğrafi yaygınlığı artırılmalı hem de teknik donanımları, personel kapasitesi ve müdahale standartları bakımından güçlendirilmesi sağlanmalıdır.

Öte yandan, çocukla birebir temas hâlinde olan sağlık ve eğitim çalışanlarının şiddet, ihmal veya istismar şüphesi taşıyan durumları fark etmeleri ve raporlamaları, erken müdahale açısından hayati önemdedir. Ancak uygulamada bu kişilerin çoğu zaman ihlalleri fark etmekte zorlandığı, fark etseler dahi yasal sorumluluklar konusunda bilgi eksikliği yaşadıkları görülmektedir. Bu nedenle, sağlık personeli, öğretmenler ve rehberlik uzmanları için çocuk koruma alanında düzenli ve zorunlu hizmet içi eğitimler verilmeli; raporlama süreçlerinin nasıl işleyeceği açık ve anlaşılır biçimde tanımlanmalıdır. Ayrıca, bildirimde bulunan kamu görevlilerinin yasal koruma altında oldukları vurgulanmalı; olası yaptırımlardan çekinmeden harekete geçebilmeleri için güvence mekanizmaları geliştirilmelidir.

5. Kriz Müdahale Programları

Çocuklara karşı şiddetin önlenmesi için kriz müdahale programları oluşturulmalıdır. Bu programlar, çocukları şiddetten korumak ve mağdurlara destek sağlamak için hızlı bir şekilde hareket eder. Kriz müdahale ekipleri, çocukları güvende tutmak için çalışır ve ailelere gerekli rehberlik ve yardımı sunar.

Afet, savaş, boşanma, aile içi kriz gibi yüksek riskli durumlara müdahalede uzmanlaşmış ekiplerin mobilize edilmesi, travmanın uzun vadeli etkilerini önler. Özellikle çocuk psikologları, sosyal hizmet uzmanları ve avukatların eşgüdüm içinde çalışması gerekir.

6. Medya ve İletişim Araçları

Medya, çocuklara karşı şiddeti teşvik edebilir veya önleyebilir. Medya kuruluşları, çocukları şiddetten korumak için sorumluluk taşımalıdır. Olumsuz örnekler ve şiddet içeren içeriklerden kaçınılmalı ve çocuk haklarına saygılı mesajlar yayınlanmalıdır.

Ayrıca çocuk odaklı yayınların kalite standartları yasal olarak belirlenmeli; görsel ve yazılı medyada “çocuk dostu içerik ilkeleri” benimsenmelidir. Sosyal medya platformlarının da çocuk istismarı içeriklerine karşı daha hızlı denetim mekanizmaları kurması elzemdir.

7. Hukuki Koruma Mekanizmaları

Çocuğa karşı şiddetle mücadelede güçlü bir yasal altyapı gereklidir. Mevzuatta yer alan çocuk koruma hükümleri sıkı biçimde uygulanmalı, ihlaller caydırıcı şekilde cezalandırılmalıdır.

Türk hukuk sisteminde çocukların korunmasına ilişkin yasal çerçeve, çeşitli temel mevzuatlarla belirlenmiştir. Bu bağlamda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), çocuklara karşı işlenen suçları tanımlamakta ve bu suçlara yönelik cezai yaptırımları düzenlemektedir. Özellikle çocuğun cinsel istismarı, ihmali ve eziyeti gibi fiiller ağır cezai müeyyidelerle karşılanmakta; failin cezalandırılmasının yanı sıra mağdurun korunmasına da hukuki bir zemin hazırlanmaktadır. Ancak TCK’nın etkinliğinin artırılması için yalnızca yasa metni yeterli değildir; soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin daima çocuğun üstün yararını gözeterek işletilmesi gerekmektedir.

5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, çocuğun korunmasına yönelik tedbir kararlarının alınmasını sağlayan özel bir kanun olup, idari ve yargısal mekanizmaların çocuğun yüksek yararına göre şekillenmesini amaçlar. Bu kanun çerçevesinde; danışmanlık, sağlık, eğitim, barınma ve bakım gibi koruyucu ve destekleyici tedbirler öngörülmektedir. Hakim, savcı, sosyal hizmet uzmanı ve kolluk kuvvetleri arasında koordinasyon sağlanarak çocukların risk altındaki durumlarına erken müdahale edilmesi hedeflenmektedir. Ancak uygulamada tedbir kararlarının geç alınması, uygulanmasının takip edilmemesi ve koordinasyon eksiklikleri gibi sorunlar kanunun potansiyelini sınırlamaktadır.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, her ne kadar öncelikli olarak kadınlara yönelik şiddeti önleme amacı taşısa da, aynı zamanda çocukları da kapsayan koruma hükümleri içermektedir. Şiddete tanık olan veya şiddet ortamında yaşayan çocuklar, doğrudan mağdur olmasalar dahi psikolojik travmaya maruz kalmakta ve bu nedenle 6284 sayılı kanun kapsamına alınmaktadır. Bu kanun sayesinde çocuklar hakkında da uzaklaştırma, geçici velayet düzenlemesi, rehberlik hizmetine yönlendirme gibi tedbir kararları alınabilmektedir. Fakat uygulamada şiddet mağduru çocukların yeterince görünür kılınmaması, bu koruma imkanlarının etkinliğini azaltmaktadır.

Yukarıda sayılan yasal düzenlemelerin gerçek anlamda çocukların güvenliğini teminat altına alabilmesi, yalnızca yasal çerçevenin varlığına değil, bu çerçevenin etkin, kararlı ve çocuk odaklı bir şekilde uygulanmasına bağlıdır. Uygulayıcı kurumlar arasında iş birliği eksikliği, mevzuat bilgisi yetersizliği, toplumsal önyargılar ve kaynak yetersizlikleri, yasal koruma sisteminin işlemesini engelleyen başlıca sorunlardır. Bu nedenle, çocuk koruma sisteminin işlevselliği, düzenli denetim ve izleme mekanizmalarının oluşturulmasıyla desteklenmelidir.

Çocuklara yönelik adalet sisteminin sadece cezalandırıcı değil, aynı zamanda onarıcı ve iyileştirici bir nitelik taşıması gerekir. Bu kapsamda "çocuk dostu adalet sistemi" anlayışı, çocuğun haklarının merkeze alındığı, yaşına uygun şekilde bilgilendirildiği, kendisini güvende hissettiği ve sürece aktif katılım sağlayabildiği bir adli yapılanmayı ifade eder. Bu sistem, çocuğun yargı süreçlerinde ikincil travmaya maruz kalmaması için yapılandırılmalıdır. İfade alma işlemlerinin uzmanlar eşliğinde, çocuğun yaş ve gelişim düzeyine uygun olarak gerçekleştirilmesi bu yaklaşımın temel ilkesidir.

İfade alma süreçleri, çocuğun beyanının güvenilirliğini sağlarken onu yeniden travmatize etmemeyi de hedeflemelidir. Bu doğrultuda, adli görüşme odaları (AGO) ve Çocuk İzleme Merkezleri (ÇİM) gibi özel ortamlarda, eğitimli uzmanlar aracılığıyla ifade alınması teşvik edilmelidir. Bu merkezlerde çocuğun birden fazla kez ifade vermesinin önüne geçilmekte ve süreç boyunca duygusal güvenliği ön planda tutulmaktadır. Ayrıca, çocukla doğrudan temas kuran adli personelin (hakim, savcı, avukat) çocuk psikolojisi ve iletişimi konusunda özel eğitimden geçirilmesi zorunlu hale getirilmelidir.

Çocukla ilgili davalarda çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemeleri gibi uzmanlaşmış yargı birimlerinin devreye girmesi, çocuk dostu adalet sisteminin bir diğer gereğidir. Bu mahkemeler, yargılamaların çocuğun üstün yararı ve psikolojik güvenliği temelinde yürütülmesini sağlar. Ancak birçok ilde bu tür uzman mahkemelerin bulunmaması, çocukların karma mahkemelerde yargı süreçlerine dahil edilmesine ve bu süreçlerde zarar görmelerine yol açmaktadır. Bu nedenle, çocuk yargısında uzmanlaşmış mahkeme ve personel sayısının artırılması elzemdir.

Son olarak, çocukların adalet sistemindeki konumları yalnızca mağdur ya da suç mağduru olarak değil; aynı zamanda tanık, taraf ya da velayet konusu bireyler olarak da önemlidir. Bu nedenle, yargı süreçlerinin tüm aşamalarında çocuğun sesinin duyulması, onun yaşına uygun biçimde bilgilendirilmesi ve sürece katılımının sağlanması gerekir. Çocuğun yüksek yararı ilkesi, yalnızca normatif bir hedef değil, her türlü uygulamanın başlangıç noktası olmalıdır. Bu ilkeden sapmalar, yasal sistemin güvenilirliğini zedelediği gibi çocukların yaşamında da geri dönülmez zararlar doğurabilir.

8. Okul Temelli Önleme Stratejileri

Okullar, çocukların yaşamlarının önemli bir bölümünü geçirdikleri kurumlardır ve şiddetin erken tespiti açısından kritik önemdedir. Okul rehberlik birimleri güçlendirilerek, öğrencilerin güvenli bir ortamda eğitim almaları sağlanmalıdır.

Ayrıca öğretmenlere çocuk istismarını tanıma ve bildirme konusunda özel eğitim verilmelidir. Akran zorbalığına karşı farkındalık atölyeleri, kapsayıcı okul iklimi ve çocuk hakları kulüpleri ile bu kurumlar çocuk korumanın ön hattı hâline gelebilir.

9. Ekonomik Destek ve Sosyal Politika

Yoksulluk ve ekonomik zorluklar, çocuklara yönelik şiddetin risk faktörleri arasında yer alır. Bu nedenle, ailelerin ekonomik olarak desteklenmesi, çocukların daha güvenli ortamlarda büyümesine katkı sağlar.

Sosyal yardım programları, yalnızca hane halkı gelirini desteklemekle kalmaz, aynı zamanda çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini doğrudan etkileyen temel ihtiyaçların karşılanmasına olanak tanır. Özellikle düşük gelirli ailelerde ekonomik baskılar, çocukların yeterli beslenme, kaliteli eğitim materyallerine erişim veya güvenli barınma imkânlarından yoksun kalmasına neden olabilmektedir. Bu tür yoksunluklar, uzun vadede çocukların sağlık durumlarını bozmakta, okul başarılarını düşürmekte ve toplumsal dışlanmaya yol açmaktadır. Bu nedenle, sosyal yardımlar salt geçici yardım araçları olarak değil, aynı zamanda çocuğun sağlıklı gelişimini güvence altına alan koruyucu sosyal politika araçları olarak değerlendirilmelidir.

Özellikle kırsal bölgelerde ve kentsel yoksulluk kuşaklarında yaşayan çocuklar için kamu eliyle yürütülen ücretsiz okul yemeği programları, kırtasiye yardımları, çocuk bakım destekleri ve barınma destekleri hayati önem taşır. Bu yardımların sürekliliği ve düzenli izlenmesi, yardım alan çocukların yaşam kalitesini artırmakta ve fırsat eşitsizliklerini azaltmaktadır. Ayrıca, sosyal yardımların sadece ekonomik ölçütlere göre değil, çok boyutlu yoksunluk göstergeleri dikkate alınarak planlanması, çocukların sosyal dışlanma riskiyle daha etkin mücadele edilmesini sağlar. Devletin bu tür programlarda yerel yönetimlerle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve okul idareleriyle iş birliği yapması, yardımın hedef kitleye ulaşmasında belirleyici rol oynar.

10. Toplum Temelli Müdahaleler

Toplum temelli müdahaleler, çocuğa karşı şiddeti önlemede yerel aktörlerin rolünü artırır. Muhtarlıklar, belediyeler ve yerel STK’lar, çocukların korunmasında aktif rol almalıdır.

Mahalle düzeyinde kurulan çocuk koruma komiteleri, risk altındaki çocukları erken fark ederek önleyici adımlar atabilir. Toplum gönüllülüğüne dayalı bu sistemler, yerel duyarlılığı artırarak uzun vadeli çözüm sağlar.

11. Ruhsal Sağlık Hizmetleri

Şiddete uğrayan çocukların ruhsal sağlığının desteklenmesi, onarıcı adaletin önemli bir parçasıdır. Travma sonrası stres bozukluğu, depresyon ve kaygı gibi sorunların erken teşhisi ve tedavisi kritik önemdedir.

Bu nedenle psikolojik danışmanlık hizmetlerine erişim kolaylaştırılmalı; özellikle devlet hastanelerinde çocuk psikiyatrisi birimleri yaygınlaştırılmalıdır. Ayrıca mağdura özgü rehabilitasyon programları desteklenmelidir.

12. Dijital Ortamda Güvenlik

Günümüzde çocuklar internet ortamında da şiddet ve istismara maruz kalabilmektedir. Siber zorbalık, dijital istismar gibi yeni tehditler, çocuk koruma anlayışının kapsamını genişletmektedir.

Aileler, çocuklarının dijital faaliyetlerini denetlemeli; okullar dijital güvenlik farkındalığı eğitimi vermelidir. Devlet, çocuklara zarar veren içerikleri tespit edecek yapay zeka destekli denetim sistemlerini kurmalıdır.

13. Erken Müdahale ve Risk Değerlendirmesi

Çocuğa yönelik potansiyel şiddet vakaları, henüz gerçekleşmeden önce belirlenmeli ve önlenmelidir. Risk haritaları çıkarılarak, önleme politikaları daha hedefli hâle getirilmelidir.

Çocuk gelişimi uzmanlarının yürüttüğü periyodik değerlendirmeler, risk altındaki bireyleri erkenden tespit ederek gerekli müdahaleyi zamanında yapmayı mümkün kılar. Bu tür sistemler koruyucu devlet ilkesinin somut uygulamalarıdır.

14. Çocukların Güçlendirilmesi

Çocuklar kendi haklarını bilmeli ve gerektiğinde yardım isteme becerilerine sahip olmalıdır. Bu nedenle çocuklara yönelik “güvenli davranış” eğitimleri verilmelidir.

Ayrıca çocukların kendilerini ifade edebileceği platformlar (örneğin çocuk meclisleri) kurulmalı; onların fikirlerine saygı duyulan bir toplumsal yapı teşvik edilmelidir.

15. Uluslararası İş Birlikleri

Çocuk hakları evrensel bir meseledir. Bu bağlamda uluslararası kuruluşlarla iş birliği içinde projeler yürütülmesi gerekir.

UNICEF, UNESCO gibi örgütlerle geliştirilen eğitim ve koruma programları, yerel uygulamalara rehberlik edebilir. Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin izleme raporları ciddiyetle dikkate alınmalıdır.

16. Cezasızlıkla Mücadele

Çocuğa yönelik şiddet fiillerinde cezasızlık kültürüyle mücadele edilmelidir. “Aile içidir, karışılmaz” gibi söylemler yerine, çocuk lehine yorum esas alınmalıdır.

Hukuki ve kültürel cezasızlık, faillerin cesaretlenmesine neden olur. Bu sebeple her şiddet vakasının ciddiyetle soruşturulması, yargı sisteminin duyarlılığını artırır.

17. Sivil Toplumun Rolü

Sivil toplum kuruluşları, çocuğa karşı şiddetle mücadelede hem izleme hem de müdahale kapasitesiyle katkı sunar. STK’ların güçlendirilmesi ve finansal olarak desteklenmesi gerekir.

Kadın ve çocuk hakları alanında çalışan derneklerin şiddet hattı, hukuki yardım, barınma gibi hizmetleri toplumsal koruma ağını güçlendirir.

18. Kültürel Dönüşüm ve Toplumsal Algı

Şiddetin meşrulaştırıldığı kültürel kalıplarla mücadele edilmelidir. “Dayak cennetten çıkmadır” gibi söylemlerle yüzleşilmeli, pedagojik yöntemler halkla paylaşılmalıdır.

Kültürel dönüşüm ancak uzun vadeli, planlı ve kararlı sosyal politikalarla mümkündür. Bu bağlamda kamu, medya, eğitim sistemi ve dini temsilciler sorumluluk üstlenmelidir.

19. Veri Tabanı ve İstatistiksel İzleme

Çocuğa yönelik şiddet olaylarının kayıt altına alındığı güvenilir veri tabanları oluşturulmalıdır. Bu veriler, politikaların yönünü belirlemede önemli bir araçtır.

Şiddet türleri, faillerin profili, coğrafi dağılım gibi veriler analiz edilerek risk bölgeleri belirlenebilir. Akademik çalışmalar ve kamu politikaları bu veriye dayanmalıdır.

20. Toplumsal Vicdan ve Ortak Sorumluluk

Çocuklara karşı şiddeti önlemek, yalnızca devletin değil, toplumun tüm bireylerinin sorumluluğudur. Komşuluk ilişkilerinden okul yönetimlerine kadar her birey duyarlı olmalı, sessiz kalmamalıdır.

Toplumsal vicdanı güçlendiren projeler, farkındalık kampanyaları ve kolektif eylemler, çocuğa karşı şiddetle mücadelede moral temel oluşturur. Çünkü bir çocuğu korumak, tüm geleceği korumaktır.

Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Avukat Dr. Tolga Ersoy, şu açıklamaları yaptı: “Türk Hukuku, çocuğa karşı şiddeti önlemek ve çocuk haklarını korumak konusunda önemli yasal düzenlemelere sahiptir. Türk Ceza Kanunu'na göre, çocuğa karşı şiddet suçtur ve suç işleyenler cezalandırılır. Ayrıca, Türk Aile Hukuku'nda çocukların korunması ve çocuk haklarının gözetilmesi öncelikli bir ilkedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere taraf olan Türkiye, çocukların fiziksel ve duygusal sağlığını koruma yükümlülüğündedir. Ayrıca, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, çocukların aile içi şiddetten korunmasını ve gerektiğinde uzaklaştırma kararlarının alınmasını sağlar. Türk Hukuku, çocuklara karşı şiddeti önlemek ve çocuk haklarını korumak için gerekli yasal çerçeveyi sağlamaktadır. Bu nedenle, çocukları korumak ve şiddeti önlemek isteyen bireyler ve yetkililer bu yasal düzenlemelere başvurabilir ve çocukların haklarını savunabilirler. Bu çerçevede, hukuki süreçlerin adil ve etkili bir şekilde işlemesi önemlidir.”

Çocuğa karşı şiddet, toplumun her kesimini ilgilendiren bir sorundur. Toplum olarak, çocukları koruma sorumluluğunu üstlenmeli ve çocuk haklarına saygı göstermeliyiz. Eğitim, farkındalık, aile içi iletişim, denetim, kriz müdahale programları ve medya üzerindeki etkimizi kullanarak çocuklara karşı şiddeti önleyebiliriz. Unutmayalım ki, çocukların güvende olması, toplumun geleceği için çok önemlidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadın Liderlerin Rolü ve Önemi

Uyuşturucunun Psikolojik Etkileri: Zihne Yolculuk

Kişilik ve Genetik: Doğuştan mı Geliyor?