Toplumsal Bir Sorun Olarak Evsizlik
Evsizlik, modern toplumların yapısal adaletsizliklerini en görünür hâle getiren, çok boyutlu ve derinlikli bir toplumsal sorundur. Bu durum yalnızca bireylerin değil, toplumsal bütünün yaşam kalitesini etkileyen bir krizdir. Evsizliğin yalnızca bireysel başarısızlıkla değil, sistemik yoksulluk, işsizlik, ruh sağlığı sorunları, aile içi şiddet ve yetersiz sosyal politikalarla yakından ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle evsizlikle mücadele çok yönlü, kapsayıcı ve sürdürülebilir stratejiler gerektirir.
Evsizlik, toplumumuzun ciddi bir
sorunudur ve bu sorunu çözmek için hukuki önlemler alınmıştır. Evsiz insanların
yaşam koşullarını iyileştirmek ve toplumları daha adil hale getirmek amacıyla
bir dizi hukuki düzenleme yapılmıştır.
Bu hukuki düzenlemelerin temel
hedefi, evsiz bireylerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilmesini güvence
altına almaktır. Anayasal düzeyde barınma hakkının tanınması, bu güvencenin
yasal temelini oluşturur. Ancak anayasal tanımanın, pratikte etkili sosyal
politika araçlarıyla desteklenmemesi hâlinde soyut bir hakka dönüşme tehlikesi
söz konusudur. Dolayısıyla bu hak, kamu politikalarının merkezine
yerleştirilmelidir.
Evsizlikle mücadele için en temel
hukuki önlemler, evsiz insanların barınma hakkını korumaya yönelik yasal düzenlemelerdir.
Birçok ülke, bu hakkı anayasal olarak tanımıştır ve evsiz insanlara acil
barınma sağlama yükümlülüğünü getiren yasaları benimsemiştir. Ayrıca, evsiz
insanların toplum içindeki güvencelerini artırmak için hukuki korumalar
sağlamaktadır.
Örneğin, bazı Avrupa ülkelerinde
devletin “barınma yükümlülüğü” sadece ilke düzeyinde değil, bireysel başvuruya
açık yargısal yollarla korunmaktadır. Fransa’da “DALO Yasası” (2007) ile
barınma hakkı yargı denetimine tabi tutulmuştur. Bu tür örnekler, barınma hakkının
gerçek ve uygulanabilir bir hak hâline geldiği hukuki modelleri temsil
etmektedir.
Türkiye’de Anayasa’nın 56. maddesi,
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı kapsamında dolaylı olarak barınma
hakkını içerir. Ancak bu hakkın açık bir biçimde tanımlanmadığı ve bağlayıcı
idari yükümlülüklerin net olmadığı görülmektedir. Sosyal yardımlaşma ve
dayanışma vakıfları, yerel yönetimler ve kamu kurumları tarafından sunulan
geçici barınma hizmetleri, uygulamada yetersiz kalmaktadır.
Evsizlikle mücadeledeki bir diğer
önemli hukuki önlem, sosyal hizmetler ve destek programlarının
oluşturulmasıdır. Bu programlar, evsiz bireylere konut yardımı, gıda, sağlık
hizmetleri ve istihdam desteği gibi temel ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir.
Hukuki düzenlemeler, bu tür programların finansmanını ve uygulanmasını
düzenleyerek evsizliği azaltmaya çalışır.
Sosyal devlet ilkesinin bir gereği
olan bu hizmetler, yalnızca barınma sunmakla kalmayıp bireyin yeniden toplumsal
yaşama katılımını da desteklemelidir. “Barınma ilk adımdır” yaklaşımı, uzun
vadeli rehabilitasyon programlarının da hukuki temellendirmeye ihtiyaç
duyduğunu gösterir. Barınma merkezlerinde sunulan sosyal danışmanlık
hizmetleri, istihdam rehberliği ve ruh sağlığı desteği, evsizliğin yapısal
sebeplerini çözmeye dönük temel adımlardır.
Bu programların etkili olabilmesi
için, merkezi ve yerel yönetim arasında güçlü bir koordinasyon gereklidir.
Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının sürece katılımı, hizmetlerin hem
kapsayıcılığını hem de yerelliğe duyarlılığını artırmaktadır. Türkiye’de bu iş
birliği zaman zaman mevzuat eksiklikleri veya kaynak yetersizlikleri nedeniyle
kesintiye uğramaktadır.
Evsiz insanlar, sıklıkla ayrımcılık
ve insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalır. Hukuki önlemler, evsizliğe
karşı ayrımcılığı ve insan hakları ihlallerini önlemek amacıyla yürürlüğe
konmuştur. Bu, evsiz bireylerin toplum içinde eşit ve adil bir şekilde muamele
görmelerini sağlamayı amaçlar.
Bu bağlamda “barınma durumu temelli
ayrımcılık” kavramı önem kazanmaktadır. Evsiz bireylerin hastane, kamu binası,
kütüphane, park gibi alanlara alınmaması, kılık kıyafet ya da fiziksel
durumları nedeniyle dışlanmaları, ciddi bir hak ihlalidir. Bazı ülkelerde bu
tür ayrımcılıklar açıkça yasaklanmış, yasal yaptırımlara bağlanmıştır.
İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nde yer alan “barınma ve yaşama hakkı”, evsiz bireyler açısından
devlete yalnızca negatif yükümlülük değil, pozitif yükümlülükler de yükler. Bu
nedenle sosyal politikalar yalnızca yardım temelli değil, hak temelli bir
yaklaşımla yeniden şekillendirilmelidir.
Türkiye’de hâlihazırda yürürlükte
olan ayrımcılık yasağı çerçevesi, evsiz bireylerin özgün durumunu açıkça
kapsamaz. Bu eksiklik, gerek mevzuat gerek uygulama düzeyinde evsiz bireylerin
daha kırılgan hâle gelmesine neden olmaktadır. İnsan hakları temelli sosyal
politika anlayışı, bu boşluğu gidermelidir.
Evsizlikle mücadelede hukuki
önlemler kadar önemli bir başka faktör de toplum bilincinin artırılmasıdır.
Hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve medya, evsizliğin nedenleri ve sonuçları
hakkında bilinç yaratma kampanyaları düzenlemektedir. Bu kampanyalar, evsizliği
azaltmak ve destek sağlamak için toplumun daha fazla katılımını teşvik etmeyi
amaçlar.
Toplumda hâkim olan “evsiz birey
tembeldir, çalışmak istemez” gibi önyargılar, kamuoyunun bu bireylere yönelik
empati kurmasını zorlaştırmakta, kamusal desteği zayıflatmaktadır. Oysa
evsizliğin arkasında çoğu zaman sistemik yoksulluk, ruh sağlığı bozuklukları,
aile içi şiddet veya mültecilik gibi yapısal sorunlar bulunmaktadır.
Bilinçlendirme kampanyaları, bu
önyargıların kırılması, evsizliğin bireysel bir tercih değil bir sosyal durum
olduğunun anlatılması açısından kritik önemdedir. Ayrıca medya organlarının
evsizliği dramatize eden değil, hak temelli bir yaklaşımla ele alan içerikler üretmesi
gereklidir.
Türkiye’de belediyeler, kış
aylarında barınma olanakları sunmakta; ancak bu hizmetler genellikle dönemsel
ve sınırlı kalmaktadır. Oysa evsizlikle mücadelede süreklilik ve bütüncül
yaklaşımlar esastır. Kamu spotları, üniversite çalışmaları, belgesel yapımlar
ve sosyal medya kampanyaları bu mücadeleyi desteklemelidir.
Öte yandan, evsizlik yalnızca şehir
merkezlerinde gözlemlenen bir sorun değildir. Kırsal alanlarda da barınma
krizleri, altyapısızlık ve geçici konutlarda yaşama gibi şekillerde ortaya
çıkar. Bu nedenle ulusal politika belgelerinde evsizliğin bölgesel ve
demografik boyutları da dikkate alınmalıdır.
Evsizlikle mücadele aynı zamanda
konut politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Kamu konutu üretimi, kira
sübvansiyonları ve düşük gelir gruplarına yönelik toplu konut programları,
evsizliğin önlenmesinde uzun vadeli çözüm yollarıdır. Türkiye’de TOKİ’nin bu
kapsamdaki projeleri sosyal boyut açısından yeniden değerlendirilmelidir.
Evsizlik sorunu yalnızca barınma
eksikliği olarak değil, bir hak ihlali, sosyal dışlanma ve yapısal eşitsizlik
göstergesi olarak ele alınmalıdır. Hukuki düzenlemeler, sosyal politikalar ve
kamuoyu bilinci birlikte hareket ettikçe bu soruna yönelik çözüm üretilebilir. Konuyla ilgili görüşünü sorduğumuz
İstanbul Barosu avukatlarından Avukat Dr. Tolga Ersoy, şu açıklamaları yaptı:
“Anayasamızda yer alan “sosyal
devlet” ilkesi, devletin bireylerin temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik aktif bir sorumluluk taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu ilke
doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminde evsizlikle mücadeleye
ilişkin çeşitli hukuki ve kurumsal düzenlemeler hayata geçirilmiştir.
Anayasa’nın 56. maddesi çerçevesinde, her bireyin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkı güvence altına alınmakta; bu kapsamda barınma hakkı da
sosyal devlet anlayışının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Kamu
otoriteleri, bu hakkın fiilen hayata geçirilebilmesi için hem önleyici hem de
telafi edici sosyal politikalar geliştirmekle yükümlüdür.
“Bu çerçevede, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakıfları başta olmak üzere, çeşitli kamu destekli kuruluşlar aracılığıyla
evsiz bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik uygulamalar
yürütülmektedir. Bu kurumlar, geçici barınma hizmetlerinin yanı sıra, gıda
yardımları, nakdi destekler, giyecek temini ve sosyal hizmet danışmanlığı gibi
çok yönlü yardımlarla evsiz bireylerin yaşam kalitesini artırmaya
çalışmaktadır. Bununla birlikte, bu hizmetlerin çoğu zaman dönemsel, geçici ve
yalnızca “hayatta kalmaya” yönelik olması; sorunun yapısal yönlerini göz ardı
eden kısa vadeli çözümlerle sınırlı kaldığını göstermektedir.
“Evsizlik, sadece barınma eksikliği olarak değil;
yoksulluk, işsizlik, ruh sağlığı sorunları, aile içi şiddet, göç ve sosyal
dışlanma gibi çok boyutlu nedenlerden kaynaklanan yapısal bir problem olarak
değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, evsizlikle mücadelede yalnızca yardım
temelli değil, aynı zamanda hak temelli ve katılımcı bir sosyal politika
anlayışı benimsenmelidir. Bu yaklaşım, bireyleri pasif yardım alıcıları değil,
aktif yurttaşlar olarak görmeyi ve onların yaşam koşullarını iyileştirecek
kalıcı mekanizmalar kurmayı hedeflemelidir.
“Bu doğrultuda, evsizliğin önlenmesine yönelik
hukuki önlemlerin yalnızca mevzuat düzeyinde kalmaması, etkin bir uygulama
süreciyle desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Kurumsal koordinasyonun
güçlendirilmesi, bütçelerin artırılması, yerel yönetimlerin kapasitesinin
geliştirilmesi ve ilgili tüm aktörlerin (kamu, sivil toplum, özel sektör) iş
birliği içinde çalışması gereklidir. Aynı zamanda, konut politikalarının sosyal
adalet ilkesiyle yeniden yapılandırılması; düşük gelir gruplarına yönelik
erişilebilir, güvenli ve uzun vadeli konut projelerinin desteklenmesi,
evsizliğin temel nedenlerine yönelik kalıcı çözümler sunacaktır. Evsizlikle
mücadelenin başarılı olabilmesi, ancak bütüncül, uzun erimli ve insan onurunu
esas alan bir sosyal devlet yaklaşımıyla mümkündür.”
Evsizlikle mücadele için hukuki önlemler, evsiz insanların yaşam
koşullarını iyileştirmeyi ve toplumları daha adil hale getirmeyi
amaçlamaktadır. Bu önlemler, evsizliği azaltmak ve evsiz insanlara destek
sağlamak için kritik bir rol oynamaktadır. Toplumun daha bilinçli ve duyarlı
olması, bu önlemlerin etkisini artırabilir ve evsizlik sorununu daha etkili bir
şekilde ele almamıza yardımcı olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder