İstanbul'da Deprem Riski ve Çarpık Kentleşmeye Karşı Alınması Gereken Tedbirler
Türkiye, aktif fay hatlarının üzerinde bulunması nedeniyle sıkça deprem riskiyle karşı karşıya kalan bir ülkedir. Son olarak İstanbul'un Silivri açıklarında yaşanan 6.2 büyüklüğündeki deprem, bu riskin canlı bir örneğini teşkil etmiş ve deprem konusunda alınması gereken önlemler konusundaki tartışmaları yeniden gündeme getirmiştir.
Deprem sonrası yetkililer tarafından yapılan açıklamalara göre, herhangi bir can kaybının yaşanmaması sevindirici olsa da, 236 kişinin çeşitli şekillerde etkilendiği belirtilmiş, bu durum deprem öncesi ve sonrası hazırlıkların önemini bir kez daha ortaya koymuştur. AFAD, artçı sarsıntıların devam ettiği ve halkın hasarlı binalara girmemesi gerektiği uyarısını yapmıştır.
Yaşanan son depremle birlikte, yapıların dayanıklılığına ilişkin tartışmalar ön plana çıkmıştır. Türkiye’de özellikle İstanbul gibi nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu şehirlerde, yapı stokunun mevcut deprem yönetmeliklerine uygunluğu kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, riskli yapıların bir an önce belirlenerek güçlendirilmesi ya da yeniden inşası için ciddi ve hızlı adımlar atılmalıdır. Kentsel dönüşüm projeleri, yalnızca ekonomik ve estetik kaygılarla değil, deprem güvenliği önceliğiyle ele alınmalıdır.
Kentleşme süreçlerinde deprem riskini minimize etmek adına jeolojik ve zemin etütleri zorunlu hale getirilmeli, bu çalışmalar yapılaşma politikalarının ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir. Ayrıca, deprem sonrası acil ulaşım ve tahliye yollarının planlanması, şehir planlamasının olmazsa olmazları arasında yer almalıdır. Bu bağlamda, özellikle afet toplanma alanlarının açıkça belirlenmesi ve toplumun bu alanlar hakkında bilgilendirilmesi önemlidir.
Yerel yönetimlerin afet yönetimi konusundaki kapasitelerinin güçlendirilmesi hayati önem taşımaktadır. Belediyeler ve diğer yerel yönetimler, düzenli olarak deprem senaryolarına dayalı tatbikatlar gerçekleştirmeli, kriz anında etkin bir müdahale için personellerini sürekli eğitmelidir.
Kamusal farkındalık ve eğitim, deprem hazırlığının vazgeçilmez unsurlarındandır. Toplumun tüm kesimlerine yönelik bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmeli, eğitim kurumlarında deprem konusunda uygulamalı eğitimler yaygınlaştırılmalıdır. Deprem anında ve sonrasında ne yapılması gerektiğine dair bilgiler, herkes tarafından açıkça bilinmeli ve periyodik olarak hatırlatılmalıdır.
Yasal ve mevzuat açısından da önemli reformlar yapılmalıdır. Yapı denetim sistemleri daha şeffaf ve sıkı hale getirilmeli, ruhsatsız ve teknik denetimden geçmemiş binaların affedilmesinin önüne geçilmelidir. Depreme dayanıklı bina üretimini teşvik edecek düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Bu bağlamda bilgisine başvurduğumuz, aynı zamanda Harita Mühendisi olan İstanbul Barosu Çevre Kent ve İmar Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Gökhan Öztütüncü şu açıklamaları yaptı:
"Yıllarca İmar talanına, kaçak yapılaşmaya göz yumulan İstanbul'umuzda ne yazık ki en çok ustalaşılan alan bu olmuştur. Halkın hareketi ve bu hareketin yönü politikacıları bağlayan temel etken olduğundan hep birlikte kent ve imar suçları işlenmiştir. Kabul etmek gerekir ki, ortada bir imar otoritesi yoktur. Bu yüzden kent ve çevre suçları da alabildiğine yaygınlaşmıştır.
"İstanbul'daki mevcut yapı stokunun % 70'i çarpık yapılaşma ürünüdür. Yani bu yapıların inşaat ruhsatları ve iskan belgeleri bulunmamaktadır. Bu durum yeni yapılaşmalarda da önlenememektedir. Bu durum yetmezmiş gibi sürekli çıkarılan imar afları ve imar affı beklentisi bu başıboşluğu, kural tanımazlığı kışkırtmakta, arsızlaştırmaktadır.
"Bir türlü kentleşmesini tamamlayamamış İstanbul'da konu konut sorunu olmanın çok ötesinde, deprem gibi afetler hatırlandığında birdenbire can güvenliği sorununa dönüşmektedir. Bu böyle olduğu gibi, toplum tabanlı olması gereken afet yönetiminde de İstanbul halkı bilgi sahibi değildir. İlk yardım bilgisi, büyük yangın söndürme becerisi kazandırılmamış bireylerle afete hazırlıklıyız demek, hiç inandırıcı değildir.
"Bununla birlikte bir çözümmüş gibi sunulan kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme de çağdaş şehircilik kuralları ve planlama ilkelerine aykırı inşa edilmiş bir yapılaşmanın affedilmesi dışında bir anlam taşımamaktadır. Kenti kent yapan değerlerin kurtarılması, korunması, yeniden yaşama kavuşturulması için böyle özel yasalara hiç gerek yoktur."
İstanbul’un yıllardır süregelen yapılaşma pratiği, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda yönetsel bir çöküşün ifadesidir. Plansız büyüme, denetimsiz inşaat faaliyetleri ve sürekli ertelenen hukuki sorumluluklar, kenti adeta kendi kurallarını dayatan bir yapı karmaşasına sürüklemiştir. İmar afları, bu düzensizliğin hem nedeni hem de sonucudur; kurallara uygun hareket edenle etmeyeni aynı düzleme yerleştirerek toplumsal adalet duygusunu aşındırmakta, kamu düzenini zaafa uğratmaktadır. Yapıların büyük bölümünün ruhsatsız ve denetimsiz olması, deprem gibi afetler karşısında İstanbul’u yalnızca kırılgan değil, aynı zamanda savunmasız bir kent haline getirmiştir. Öte yandan, halkın afet bilinci konusundaki eksikliği ve temel müdahale becerilerinin yokluğu, yalnızca yönetsel değil, aynı zamanda toplumsal bir hazırlıksızlık durumunu da gözler önüne sermektedir. Bu koşullarda yürütülen kentsel dönüşüm uygulamaları, çoğu zaman fiziksel iyileştirme adı altında mevcut sorunları yeniden üretmekte, kenti kentsel değerleriyle değil, arsa metrekareleriyle değerlendiren bir anlayışı meşrulaştırmaktadır. Oysa gerçek çözüm, geçici yasal düzenlemelerde değil; hukuka, bilime ve toplumsal katılıma dayalı, bütüncül bir şehircilik yaklaşımında yatmaktadır.
Depremler sadece doğal bir afet olarak değil, aynı zamanda şehircilik ve yönetim politikaları açısından bir sınav olarak kabul edilmelidir. Bilimsel ve teknik bilgiler ışığında oluşturulacak çok yönlü ve sürdürülebilir politikalarla, Türkiye’de deprem kaynaklı zararların minimum seviyeye indirilmesi mümkün olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder