Kadın Emeği, Ekonomik Bağımsızlık ve Aile İçi Şiddet İlişkisi Üzerine Akademik Bir Değerlendirme
Kadın emeği, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden değerlendirildiğinde yalnızca ekonomik bir faaliyet alanı değil, aynı zamanda kadınların toplumsal konumlarını yeniden şekillendiren dönüştürücü bir güç olarak da ele alınmalıdır. Kadınların iş gücüne katılımı, hem bireysel özgürlüklerin genişlemesi hem de toplumsal refahın artması açısından kritik bir öneme sahiptir. Ancak bu katılımın sürdürülebilirliği ve etkisi, sadece istihdam oranlarıyla değil, aynı zamanda kadınların iş yerindeki hakları, gelir güvenceleri ve toplumsal normlarla da doğrudan ilişkilidir.
Kadınların ekonomik bağımsızlığı, aile içi şiddete karşı bir koruyucu faktör olarak görülmektedir. Finansal olarak bağımsız olan kadınlar, şiddet içeren ilişkilerde kalma olasılığı daha düşük olmakta ve ayrılma konusunda daha güçlü bir hareket alanına sahip olmaktadır. Bu bağlamda, kadın emeğinin görünürlüğü ve değeri, yalnızca ekonomik büyüme açısından değil, aynı zamanda kadınların yaşam hakkının korunması açısından da yaşamsaldır.
Ne var ki, birçok toplumda kadın emeği hâlâ görünmezdir. Ev içi bakım emeği, ücretsiz işgücü, kayıtsız çalışma ve düşük ücretli işlerde yoğunlaşma gibi sorunlar, kadınların ekonomik katkılarının toplumsal olarak tanınmasını engellemektedir. Kadınların bu emek biçimlerinde sıkışıp kalması, ekonomik bağımsızlıktan yoksunlukla doğrudan bağlantılıdır. Bu da onları aile içi şiddet karşısında daha kırılgan hale getirir.
Kadınların iş gücüne katılım oranlarının yükselmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında önemli bir adım olmakla birlikte, bu artışın niteliksel boyutu da göz ardı edilmemelidir. Yani kadınların hangi sektörlerde, hangi koşullarda ve hangi statülerle çalıştığı konusu, ekonomik bağımsızlığın sağlanmasında belirleyici olmaktadır. Prekarya koşullarında çalışan kadınlar, ekonomik bağımsızlık kazansalar dahi bu bağımsızlık kırılgan ve sürdürülemez olabilir.
Aile içi şiddetin toplumsal kökenlerine bakıldığında, patriyarkal düzenin yeniden üretildiği alanlardan biri olan evin, kadın emeğiyle ilişkisi açıkça görünür hale gelir. Ev içindeki rollerin cinsiyetçi biçimde dağıtılması, kadının bağımlı pozisyonda kalmasına neden olur. Bu durum hem ekonomik şiddeti hem de fiziksel ve psikolojik şiddeti beraberinde getirebilir. Ekonomik bağımlılık, bu döngünün kırılmasını güçleştirir.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yalnızca yasal önlemler yeterli değildir. Kadınların sosyoekonomik olarak güçlendirilmesi, şiddetle mücadelede yapısal bir gerekliliktir. Kadınlara yönelik girişimcilik destekleri, istihdam programları, iş yerinde ayrımcılığın önlenmesi gibi politikalar, doğrudan ya da dolaylı olarak şiddetle mücadele mekanizmalarını da güçlendirmektedir. Ekonomik güç, sadece gelir değil aynı zamanda özgürlük demektir.
Kadınların ekonomik alanda karşılaştığı engeller, cinsiyetçi iş bölümü, cam tavan sendromu, ücret eşitsizliği ve mesleki ayrımcılık gibi çok katmanlı yapılarla beslenmektedir. Bu yapılar, kadınların ekonomik özerkliğini engellediği gibi aile içinde bağımsız bir özne olarak konumlanmalarını da zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla aile içi şiddetin yalnızca bireysel değil, toplumsal-ekonomik kökenleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
Kadın emeğinin görünürlüğünü artırmak, sadece istihdam rakamlarını değil, aynı zamanda emek süreçlerinin toplumsal ve politik olarak tanınmasını da içerir. Kadınların üretim süreçlerine katılımı, sadece gelir elde etmeleriyle değil, aynı zamanda karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmalarıyla da ilgilidir. Bu bağlamda ekonomik bağımsızlık, politik ve toplumsal öznelliğin de temel taşıdır.
Kadınlara yönelik şiddetin ekonomik yansımaları da göz ardı edilmemelidir. Şiddet, kadınların üretkenliklerini düşürmekte, işgücünden ayrılmalarına neden olmakta ve sağlık harcamalarını artırmaktadır. Aynı zamanda toplumsal maliyetleri de yükseltmektedir. Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadele, ekonomik bir zorunluluk olarak da ele alınmalıdır.
Ülkemizde, kadın istihdamı düşük oranlarda seyretmekte ve kadınlar çoğunlukla kayıt dışı ve güvencesiz işlerde çalışmaktadır. Bu durum, hem ekonomik eşitsizliği hem de aile içi şiddetle mücadeledeki kırılganlığı artırmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle hazırlanmış ekonomik politikalar, bu yapısal sorunların çözümüne katkı sağlayabilir.
Kadın emeği, ekonomik bağımsızlık ve aile içi şiddet üçgeni, birbirini besleyen ve dönüştüren dinamikler üzerinden ele alınmalıdır. Kadınların özgürleşmesi yalnızca bireysel değil, toplumsal bir devinimdir ve bu devinimin sürdürülebilirliği, ancak kadınların ekonomik ve sosyal olarak güçlendirilmesiyle mümkündür.
Yorumlar
Yorum Gönder